20 Kasım 2011 Pazar

PAZAR TEZİ: SENDROM

Hayat şöyle kötü, yaşamak böyle hede, insanlar da zaten çok rerörö. Pazar günü evde pijamalarla otururken böyle mantıksız şeyler düşünmemi beklemiyorsunuz herhalde. Ben de beklemiyorum, o yüzden daha mantıksız şeyler düşünmeye karar verdim.

Tam donanımlı laboratuvarlarda, high-tech (İngilizce yazınca daha fiyakalı oluyor) ürünlerle yaptığım gayriresmi deneyler sonucu vardığım sonuçlar yürek burkan cinsten. Tezime göre herkesin ”Pazartesi sendromu” diye bildiği şey aslında külliyen yalan. Bu sendrom denen meret aslında pazardan başlıyor.

High-tech’i (bak gene fiyakalı oldu) falan salla lan şakaydı o. Bi’ durup düşünsen ya da kıçını kaldırıp aynaya baksan çakacaksın zaten köfteyi. Tabağa özensizce konmuş spagetti kıvamındaki saçların, kapıya paspas diye koysan sırıtmayacak pijamaların, ayağını ısıtsın diye yıllar önce aldığın ama şimdi her tarafı delik deşik olmuş peluş terliklerin ve -bak bu en sevdiğim kısım- alık alık bakan o gözlerin. Sen hala sendrom pazartesi olacak sanıyorsun değil mi? Şimdi aynadaki insanı insanlıktan soğutan o görüntünü hatırla ve sendroma ”Merhaba” de.

Halbuki (burada –ki ayrı yazılmıyor kıps ;)) ”Lan çık gez, temiz hava al azıcık. Şu haline bak, geceyi bırak gündüz görsem korkarım.” diye bağırmak geliyor bazen içimden. Böyle evde kös kös oturdukça daha da mala bağlıyor insan. Boş boş televizyona bakarken aslında beynimizdeki hücrelerin eriyip gitmesine seyirci oluyoruz sanki. Böyle bir depresif haller, hayatı sorgulamalar falan. Sonra tak! Pazartesi sabahı alarm sesiyle uyanıyor ve kargalara selam veriyorsun. İşine, okuluna ya da neyse işte ona gidiyorsun. Sonra başlıyorsun söylenmeye, ”ah pazartesi, vah pazartesi, hay ben senin ... pazartesi” diye.

Sonuç olarak yarın pazartesi ve ben yukarıda yazdığım her şeyi yapmaktayım. E ne demişler, ”Kelin ilacı olsa hebele hübele.” Dolayısıyla ben de aynadaki insanı insanlıktan soğutan o görüntümü hatırlıyor ve yapmam gerekeni yapıyorum: Merhaba pazar, merhaba sendrom ve şimdiden merhaba pazartesi.

6 Kasım 2011 Pazar

Bir Şey Değil

Yaşamayı bilmedikten sonra nefes almak bir şey değil.

Görmeyi bilmedikten sonra bakmak bir şey değil.

Karşındakini dinlemedikten sonra duydukların bir şey değil.

İçinden gelen sesi duymadıktan sonra hissetmek bir şey değil.

Merak etmiyorsan eğer, ”Neden?” diye sormak bir şey değil.

Cevabı dinlemedikten sonra soru sormak da bir şey değil.


Sevinmek zor geliyorsa, gülmek bir şey değil.

Kahkaha atarken üzüntünü içine atıyorsan, sevinmek bir şey değil.

Gözyaşlarını içine akıtıyorsan, ağlamak bir şey değil.


Pişman olmadıysan eğer, özür dilemek bir şey değil.

Gerçekten özür diliyorsan, gurur bir şey değil.

Gurur kırıyorsan, saygı bir şey değil.

Kalp kırıyorsan, sevgi bir şey değil.

Sen kırılıyorsan, susmak iyi bir şey değil.


Sürekli anlam arıyorsan, hayal kurmak bir şey değil.

Durmadan hayal kuruyorsan, rüya görmek bir şey değil.

Gözünü kapadığında rüya görmüyorsan, bilinçaltın bir şey değil.

Yattığında için rahat değilse, uyumak bir şey değil.


Çok istemedikten sonra elde etmek bir şey değil.

Kendini frenliyorsan her gün, istemek bir şey değil.

Her baktığın yerde aynı şeyi görüyorsan, kör olmak bir şey değil.

Ağlamak gelmiyorsa içinden, üzülmek bir şey değil.


Kokusunu içine çekmek istemiyorsan, aşk bir şey değil.

Aşka inanmıyorsan, aşk zaten bir şey değil.

Geçmişte yaşıyorsan, zaman iyi bir şey değil.

Nadimsen eğer geçmişten, teşekkür etmek bir şey değil.


Ama her şeye rağmen biri sana teşekkür ederse, gözlerinin içine bak ve şöyle de:

Bir şey değil.