26 Şubat 2011 Cumartesi

İnsanlara Bir Kötülük Yap ve Onlara Doğruyu Söyle!




46 kromozomu her baba yiğit bir araya getiremez, kolay değil. Sonucunda insan oluşuyor. Bir ad koyuyorsun, besleyip, büyütüyorsun. Sonra da salıveriyorsun çayıra, artık günahı onun boynuna.

Ha bir de hep bildik naralar: ”iyi biri olsun”, ”yalan söylemesin”, ”insanlara karşı dürüst olsun” gibi birbirinin ardına eklendiğinde tahminen dünyanın en uzun trenini oluşturma potansiyeline sahip kalıplar. Tek problem gerçeklerin aslında insanların duymak istediği şeyler olmaması. Yani gerçek olduğu iddia edilenlerin aslında gerçek gerçekler olmaması. Daha basit bir tabirle, insanlar genellikle gerçekleri duymaktan hoşlanmazlar. Hal böyle olunca, karşıdakine de gerçekleri söylemek istemez ve sonunda da söylemezler. Ve bildik laf devreye girer: Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar arkadaş! Bir an kulağa Erman Toroğlu konuşuyormuş gibi geldiğinin farkındayım, kim bilir belki de Sarkozy'i hatırlatmıştır bu laf. Malum, şu sıralar baya gündemi meşgul eden bir konu...

”Tamam bakkal amca, anladık dokuz köyden kovuyorlar da bunun oluru nedir sen bana onu söyle. Dokuz çok, 5 yap bari be abi!”

”Bak küçük dostum, öğrenmen gereken çok şey var. Seni sevdim, o yüzden sana dokuz olur, fazlası olmaz. Benden sana bakkal tavsiyesi, sen doğruları söylemekten vazgeç.”

Dokuz olmasının da bir sebebi var. Uzayın sonsuz olduğunu söylememiz gibi. Sonuna gidemediğimiz için sonsuzmuş gibi geliyor (şahsi fikrimdir, NASA'yla ya da Stephen Hawking'le falan davalık olmak istemem). Buradaki sonsuzluk da dokuz oluyor. Yani onuncu köyü göremiyorsun. Çünkü gidecek bir köy kalmamış. Sense yalnız başına oturuyorsun, oturuyorsun ve oturmaya devam ediyorsun...

Hala gerçekleri kendi suratına söylemekle meşgulsün: ”Aman tanrım! Ne kadar da yalnızım. Acaba bazı düşüncelerimi kendime mi saklamalıydım? Lanet olsun! Oysa ki Kadınlar Ne İster'i de izlemiştim!”

Tam bu sırada yanından biri geçer.

”O da ne bir insan mı?”

Evet ve o insan sana dönüp aynen şöyle der: ”Şu haline bak, ne kadar da yalnızsın! Senin de doğruyu söyleyenlerden biri olduğun belli, sürtük!”

Hadi be! Sinirlendin. Evet, evet, sinirlendin! Çünkü doğruyu duydun. Sen yalnızsın. Derin bir nefes al.

(Nefes alıp verme efekti)

Doğru duydun, yalnızsın. Daha da önemlisi, doğruyu duydun. Hadi ama, itiraf et, o kadar da kötü değilmiş. O yüzden sen sen ol, doğrudan vazgeçme, çabala, seni de anlayan biri çıkacaktır. Tüm bunları yaparken de 'doğru'dan vazgeçme ve zamanı geldiğinde (yani şimdi) bu yazının başlığını tekrar oku.


25 Şubat 2011 Cuma

Selimoloji Neyi İnceler?

Her şeyden önce zor iştir. Sancılı bir süreçtir. Diğer bilimlere benzemez. Bir elin parmakları kadar profesörü, bir tane de ordinaryus profesörü (eğer bu yazıyı okursa "bu benim" diyecektir) vardır. (kim bilir belki de demeyecektir)

Zahmetlidir, adamı yorar. Araştırma konusunu İkizler'den alır. Çift karakterli değil çiftetelli ruhludur, yerinde duramaz.

Belli bir literatürü yoktur. Gününe göre değişir. Gündemi takip eder. Herhangi bir şey hakkında her şeyi içinde barındırabillir ya da tam tersi hiçbir şeyi içinde barındırmayabilir. Bazen de bilerek içinde hiçbir şey barındırır.

Arada bir gelirler. Tak... Asfalyaları atması gereken yerde şalterleri atar. Yani biraz asimiledir.

3 kelimeyle tarif etmek zordur. Zira 3 kelime çok fazladır. Bazen de 3 kelimeden fazlası gerekir.

Her şeye rağmen sevilesi, öpülesi, tıklanası ve okunası bir blogdur bu "Selimoloji". Yazarın (ki bu ben oluyorum) yapmak isteyip de yapamadığını yapması için bir fırsattır. Kaderlerine terk ettiği bloglara bir yenisini daha eklememeyi kafasına koymuştur. Düşüncelidir. Yazardır. Okurdur. Okumuştur. Okutmak istemektedir. İsteyene de hiçbir zaman mani olmamıştır.